
Elden geldiğince “olduğu gibi aktarma’ yöntemine ilişkin bir tür kurama 15. yüzyıl ortalarında Alman hümanist NiclasvonWyle’de (1410- 1478) rastlanmaktadır. İtalyan hümanistlerden yaptığı çevirilerle üne kavuşan Wyle, 1461’den itibaren ayrı ayrı yayımladığı çevirilerini 1478’de “Tranzlatzeıf” adı altında toplar. Eserinin ön sözünde, çevirilerinde uyguladığı yöntemi “her bir sözcüğün yerine başka bir sözcük” koyma (“ainyedeswortgegenainandernwort”) 1 8 şeklinde tanımlar. Sık sık yinelediği gibi, anlaşılırlığı tehlikeye atma pahasına Latincenin inceleğini korumayı ilke edinmiştir. Roma -Yunan kültür mirasından doğan Hümanizma hareketi. Antik kültürün yeniden canlandırılması esasına dayandığı, o kültürü tanıyabilme şansı elit tabakayla sınırlı kaldığı içindir ki, Wyle”m amacı da, çeviri yoluyla seçkin bir okuyucu kitlesinin aydınlanmasına katkıda bulunmak, hümanist dünya görüşünü yansıtan yapıtları aktararak iç dünyalarını zenginleştirmeye çalışmaktır. Uyguladığı harfiyen sadakat yönteminde, Almancayı Latinceye benzetme çabasıyla Latince söz dizimini
kopya etmesi bir yana, kaynak metindeki baskı yanlışlarını bile çevirisinde muhafaza edecek kadar ileri gitmiştir 19 .Hümaniznıa döneminde İtalya ve Fransa’da da Antik çağ edebiyatına duyulan derin hayranlık, bu çağın ‘bütün bilgilerin kaynağı’ olduğu inancını yaratır. Hümanistler, o çağa ait her şeyi olduğu gibi kendi edebiyatlarına aktarmaya çalışırlar. Bunun sonucunda, edebi çeviri konusunda kapsamlı bir çeviri kuramı geliştirme gereği doğar. Her çeviri kültürüne göre değişiklik gösterdiği için bir tercümanın oranın kültürünü de bilmesi gerekmektedir. Transtürk bünyesindeki çevirmenler kendi dillerinin kültürlerinin de ortak baz aldıkları için bütün olarak çeviriyi yapmaktadırlar.
Leonardo Bruni (1370-1444) Luther’den çok önceleri, daha 1440’larda bir edebi çeviri kuramı geliştirir. Bu kuram, Antik çağdaki sanat dilinin yeniden keşfedilmesi esasına dayanır. Tını, ritim ve sıralı uzun cümlelerin uyumuna dayalı bu dili, kulağın yeniden öğrenmesi gerekmektedir. Bu kuramın ana ilkesi, sadakat, yani doğruluk ve sorumluluktur. Amaç, kaynak metindeki özellikleri tümüyle muhafaza eden ‘sanat kurallarına uygun’ bir çeviridir. Kaynak metindeki sözcüklerin anlamı, süsü ve görkemi eksiksiz aktarılacaktır. Bir başka deyişle, içerik ve söz düzeyinde örtüşme sağlanacaktır. Kaynak metindeki her öge çok önemli olduğu için, Yunanca metinden hiçbir şey çıkarılmadığı takdirde, kaynak dilde yarattığı olağan üstü etki, çeviride yeniden hayat bulacaktır. Çevirmenin her iki dil ve edebiyatta deneyimli olması yeterli değildir. Aynı zamanda onlara tümüyle hakim olmalıdır ki, o ilkel sözcüğe bağımlılıktan kurtulabilsin. Metinde geçen her sözcüğün anlam ve önemini kavrayabilmek için, çeviriye girişmeden önce yazarın tüm yapıtlarını okumak ve açımlayıp yorumlamak lâzımdır. Çevirmen, bilim ve eğitim yoluyla geliştirebileceği yorum becerisinin yanı sıra. anladığını kaynak yapıtla örtüşecek ve ana diline uyacak şekilde yeniden ifade etme yeteneğine sahip olmalıdır. Bunun da ötesinde, yazara ve amaç dil okuyucusuna karşı taşıdığı sorumluluğun bilinci içinde hareket etmelidir. Ancak bu koşulları yerine getirdiği takdirde, yazarın üslûp araçları ile amaç dile yerleşmiş yapılar arasında ayırım yapabilir. Başarılı çeviride göz önünde bulundurulması gereken ilkeleri böylece sıralayan Bruni, çeviri yapıtın kaynak yapıta öncelikle üslûp bakımından uyması gerektiğini vurgular. Çünkü biçim, yalnız içerik kadar önemli olmakla kalmaz, aynı zamanda çevirmenin kaynak yapıtı bir bütün olarak aktarmada izleyeceği yolu da belirler. Fransız hümanistler de çevirinin hedefi, koşulları ve izleyeceği yol konusunda Bruni ile aynı fikirdedirler. Ancak, aralarında bir fark vardır: Onlar, büyüsüne kapıldıkları yabancı dili aynıyla amaç dile aktarmak yerine, daha bilinçli bir yaklaşımla sadık çevrinin asıl sorunlarının nereden kaynaklandığını keşfetmeye çalışırlar.
EtienneDolet (1509-1546), “Bir Dilden Bir Başkasına Çeviri Yapmanın Yolları” adlı yapıtında ana dilin sunduğu olanakları ve yeni türetilen sözcükleri dikkatli kullanarak elden geldiğince kaynak metne yaklaşmayı önerir. Pasquier (1529-1615) ve Peletier (1517-1582) onu izleyerek kuramlarını geliştirirler. Pasquier, kaynak yapıt, yani klasik eserin, zamanla sınırlı olmaması, kalıcı olması nedeniyle ‘asıl kaynak’ olarak sürekli ona baş vurulduğu, buna karşılık çevirisinin, yaratıldığı dönemin diline bağlı ve zaman baskısı altında olduğunu, bu yüzden de tıpkı eski giysiler gibi zaman zaman yenilenmesi gerektiğini savunur. Peletier ve Pasquier, kaynak eserin kusursuzluğunun yazarının üslûbu ve kaynak dilin özelliklerinden ileri geldiğini görebildikleri için, sadık çeviriyi iki uçtan tehdit eden tehlikenin bilincindedirler. O sözcüğe sıkı sıkıya bağlı ilkel çeviri gibi serbest çeviri de tezlerinin en can alıcı noktasını, yani çevrilebilirliğin sınırlarını belirlemeyi engellemektedir. Bu nedenle, bu iki sivri uçtan da uzak durmak, Latince bilen veya bilmeyen okuyucuya göre çevirmemek lazımdır. Çünkü o zaman yazarı, örn. bir Cicero’yu hissetmek hemen hemen imkansızdır. Başka bir deyişle, çeviri yöntemini belirleyecek olan. belli bir okur kitlesi değil, yazarın kendisidir. Sadık çeviri, aslına olabildiğince yaklaşma girişimidir. Çevirmen de, o görünmez sınırı aşmamak koşuluyla, güneşe yaklaşmasına izin verilen İkarus’a benzetilebilir.20 Bu iki kuramcı, daha gelişmiş bir sözcüğe bağlılıkla, kaynak metnin değerini belirleyen özelliklere her biri kendi tarzında zarar veren ilkel sözcüğe bağlılık ve serbest çeviri arasındaki o dar yolu tanımlamaktadır. Hedef, çevirinin yasalarını çiğnemeyen, diller arasındaki farklılığa rağmen kaynak metne sınırsızca yaklaşan, ancak bu iki metnin tam anlamıyla örtüşemeyeceğinin bilinci içinde ele alınmış bir sadık çeviridir. Fransız hümanistlerin bu alabildiğine modern hükümleri, devrin uygulama olanaklarından çok uzak olduğundan unutulmaya terkedildi. Luther ve Peletier’den ancak yüzyılı aşkın bir zaman sonra, Pierre Daniel Huet uygulamaya yönelik bir kuram geliştirmeye çalıştı. Sırası geldiğinde bu konuya tekrar değineceğiz. Fransa’da ilke, ‘güzel’ ölçütüne öncelik tanıyarak örnek kaynak dil yapıtını sahip olduğu tüm niteliklerle amaç dilin anlatım olanakları doğrultusunda, çevirmektir. Aynı dönemlerde Almanya’da ise, çeviri araştırmalarına temel oluşturacak nitelikte başka bir gelenek vardır.
Çeviri ve kuram, oluşturdukları tarihi koşullardan ayrı düşünülmemeli, o çerçevede ele alınmalıdır. Rönesans Dönemi’nde, bürokrasi, diplomasi, hukuk, felsefe, edebiyat ve sanat alanında yeterli olduğunu kanıtlamış gerçek ulusal dillerin oluşmasıyla, çeviri olgusu yeni bir anlam kazanır. O sıralarda matbaanın yaygınlık kazanmasıyla, Latince, Yunanca, hele hele Arapça veya İbranice bilmeyen okuyucuya ulaşmak isteyen kitap sayısı artış kaydetmeye başlar. Bütün bunlara ek olarak, hızla yayılan reformasyon akımları, Kutsal Kitap’ın çeşitli ulusal dillere aktarılması gereğini doğurur. Luther (1483-1546), İncil’i çevirirken kaynak ve amaç dile karşı sorumluluk hisseden çevirmenin karşı karşıya olduğu sorunların bilincindedir. Bu bağlamda, Hieronymus’un İncil çevirisi konusunda geliştirdiği kurama büyük ölçüde katılmaktadır. Vulgata hakkında konuşurken “Hieronymus kendi çapında iyi iş yaptı” der. Öte yandan, kuramın tıkandığına inandığı alanlar üzerinde çalışarak geliştirmeye devam eder. 1522-1534 yılları arasında yaptığı İncil çevirisinde, bir yandan ulusal dilin gerçeklerini göz önüne alırken, öte yandan sunduğu yetersiz olanaklara dikkat çeker, Almanca yazı dilinin gelişmesi yönünde yoğun çabaya girer. Döneminin ‘sözcüğe körü körüne bağlılık’ ilkesini benimseyenlerle aynı fikirde olmamakla birlikte, alabildiğine zorlandığı bir sorunla karşı karşıyadır: Tüm çabalara rağmen Almancanın kaynak dili karşılamaya yetmediği durumlarda ne yapılmalı? Karşılaştığı güçlüğün boyutlarını şu sözlerle dile getirir: “…onbeş gün. üç-dört hafta tek bir sözcüğe karşılık aradığımız ve bulamadığımız çok oldu. Eyüp üzerinde çalışıyorduk… dört günde neredeyse üç satır bile bitir emiyorduk. “2I Luther, dillerin ayrıldığından kaynaklanan bu soruna Hieronymus’dan farklı bir çözüm getirir: “İlke …, bazen sözcüğe sıkı sıkıya bağlı kalmak, bazen de sadece anlamı vermektir.”22 Çeviri sırasında kaynak ve amaç metinle, o metinlerin dillerinin belirlediği ilkeler doğrultusunda, iki ayrı yöntem uygulanabileceğinin bilincindedir: Kaynak metni amaç dil okuruna ya da amaç dil okurunu kaynak metne yöneltmek. Hieronymus’dan farklı olarak, duruma göre izleyeceği yola karar verecek kişi “çevirmen” olacaktır, görüşünü savunur. Hieronymus için, en azından teorik olarak, sözcükler her zaman önemlidir.
Transtürk tercüme ailesi olarak, belgelerinizi, dökümanlarınızı ve çeviri işlevi taşıyan her örneğinize sadık kalarak gizliliğinizi koruyoruz. Hiçbir internet sitesi veya platformda paylaşmaksızın kendi bünyemizde barındırıyoruz.
Transtürk bünyesinde bulunan tercümanlarımız, dünyanın sayılı üniversitelerinden mezun olup, gerek pratik, gerek teorik işlevleri üst seviyededir.