
Türkiye’de simültane çevirinin konferanslarda kullanılmaya başlamasının 50 yıllık bir geçmişi var ama bugünün simültane çevirmenlerinin ataları diyebileceğimiz dilmaçların “dil oğlanları”nın tarihi 15nci yüzyıla kadar dayanıyor.
Osmanlı imparatorluğu sınırları Avrupa kapılarına dayanıp, Fransızca ve Latince konuşulan ülkelerle komşu olununca, Sultanlar bu ülkelerin başında bulunan yöneticilerle anlaşmak için her iki dili de konuşabilen kişilere gereksinim duyarlar. Bunlar, genelde Osmanlı Hanedanı’nın işgal ettiği topraklardan toparladığı ve saraya alıp eğittiği devşirmeler arasından seçilir. Bir süre sonra komşu ülkelerle özellikle Fransa’yla ilişkiler gelişir ve Fransa’daki 1669 Colbert kararnamesiyle resmi anlamda dilmaç yetiştirilmesine karar verilir ve üç dilde çevirmen yetiştirilmeye başlanır. Bu diller Arapça, Farsça ve Osmanlıcadır. Bunun için Fransa doğumlu küçük çocuklar seçilir ve ufak yaştan bu üç dilde eğitilirler. Bu öğrenciler zamanla diplomatik ilişkilerin ayrılmaz parçası haline gelirler, hatta “Sultan’ın özel sekreteri” konumuna kadar yükseldikleri olur; bazıları elçi ya da konsolos olarak da atanırlar. Dil oğlanlarının Osmanlı tarihinde ayrı bir yere vardır ve başlı başına bir inceleme konusudurlar. Bu dil oğlanlarının yetiştiği okullardan biri Constantinople’dadır (İstanbul). Bu okul 1830′da kapanır ve Paris’e taşınır.
Dilmaçlar o tarihten sonra Osmanlı Hanedanı’nda hep var olurlar. Çöküş dönemine kadar etkinliklerini sürdürürler. Fakat savaş yıllarında, Kurtuluş mücadelesinde, Cumhuriyetin ilk yıllarında bağımsızlığını kazanma ve ayakta kalma mücadelesindeki Türkiye’nin bir süre dış dünyaya kapılarını kapamasıyla dilmaçlar arka planda kalırlar. Çevirmenlerin yeniden önem kazanması Türkiye’de 20 yüzyıl ortalarına rastlar.